Nitekim
bu durum Allah'ın, insanın 'yönetme ve yönetilme' vakıasına mebni
kıldığı bir durumdur. Çünkü insan, yaratılış itibariyle aciz, eksik ve
muhtaç olmasından ötürü yaşamını sürdürürken mutlak surette başka
insanlara da ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayıdır ki, insanların
bireysel olarak ihtiyaçlarını kendi başlarına giderememe durumu, toplum halinde yaşama durumunu doğurmuştur.
Nizam ise; insanların yaşamsal faaliyetlerinin tanzimini, onların aralarındaki duygusal birliktelikleri, fikirsel bütünlükleri ve aynı paydada biraraya gelme eylemlerini gerçekleştiren en temel dinamiktir.
Nizam; toplumların değer yargılarını, yasalarını, örf-adet, gelenek ve göreneklerini oluşturur. Aynı şekilde nizam, toplumun bireylerinin insana, hayata ve kâinata aynı perspektifle bakmalarını sağlar.
Nizamın toplum üzerinde bu bağlayıcı etkenleri ortaya çıkarması, onun fikrî bir kaideden neşet etmiş olduğunu göstermektedir.
Bu fikri kaide ise akidedir. Akide; insan nezdinde, bütün fikirlerin kendisinden çıktığı temel fikrî kaidedir.
Nitekim insanlar, benimsedikleri akidelere göre
biraraya gelirler.
Çünkü,
insanlar her ne kadar beraber yaşama arzusuna sahipseler de, bir o
kadar da vakıalara yaklaşımlarını, sorunlarının çözümünü, varoluş
gayelerini ve hayatta ki temel hedeflerini onlara belirleyen akidelere
olan inanç birlikteliklerine göre birarada bulunurlar.
Bundan
ötürüdür ki, yeryüzünde insanların oluşturdukları birçok sayıda farklı
toplumlar ortaya çıkmıştır. İnsanları ve onların ortak fikirlerinden,
ortak duygularından ve ayrıca bunları tanzim edici ve sürekliliklerini
sağlayıcı ortak nizamlarından oluşan toplumları kalkındıran, onların
hayat hakkında ki mefhumlarını ve o mefhumlardan oluşan kendilerine özgü
yaşam tarzlarını
(hadaratlarını)
belirleyen akideler ise, ya beşerin (insanın) dehasından çıkmakta ve
yahut da Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan ilahi vahiyle
Nebisi vasıtasıyla bütün insanlığa göndermiş bulunmaktadır. İşte
yeryüzünde ki toplumsal yaşam tarzları da zaten bu iki tür akideye göre
şekillenmiştir. Beşerin dehasından çıkan akideler ve o akidelere dayalı
oluşturulan yaşam tarzları tarihsel süreçleri içerisinde analiz
edildiğinde, onların kendilerinden önceki yaşam tarzlarının taklit
edilerek değişime ve dönüşüme uğratılmış bir halde ortaya
çıkartıldıkları görülecektir.
Başka
bir ifadeyle; insanın zekâsından çıkan hadaratlar, ya önceki
hadaratların bambaşka bir versiyonu ya da önceki hadarata zıt bir
düşünceyle ona muhalif olarak hayat sahnesine çıkartılan hadaratlardır.
Örneğin;
babil ve asur hadaratı, sümer hadaratına; roma hadaratı, yunan
hadaratına; yunan hadaratı da, eski mısır hadaratına dayanmaktadır.
Nitekim yakın tarihte ki hadaratsal kalkınmalara verilecek en bariz
örnekler ise; kralın ve zengin burjuva tabakasının kilise ile ittifakı
neticesinde toplum üzerinde tatbik ettikleri teokratik bir yönetim
sistemine karşı çıkan mütefekkirlerden bir kısmının dini hayattan
soyutlama fikri ile ortaya çıkardıkları laiklik akidesinden ve dini
tamamen yok sayan mütefekkirlerin ortaya çıkardıkları materyalist
akidesinden neşet eden hadaratlardır. Bunlar
da bariz bir şekilde gösteriyor ki, beşerin ortaya çıkardığı bütün
hadaratlar taklide dayalı olan hatalı ve kısıtlı bir yapı arz ederler.
Yaşam tarzlarına (hadaratlar) ve kalkınmalara klavuzluk eden akideler;
eğer insan aklından çıkıyorsa, bu akidevi fikirlerin hem kemiyet
(nicelik) ve hem de keyfiyet (nitelik) açısından sınırlı olan insan
aklının hata yapma kaçınılmazlığından ötürü taklide dayalı olarak
birbirlerinden etkilenmeleri de kaçınılmaz olacaktır.
Nitekim
hayatın her alanını kuşatan hukukî tanzimleri ile yaşama dair kendine
özgü bakış açısına sahip olan bu hadarat, ne birbiri ardına miras
bırakılan fikrî akımların doğması, ne de geçmişin bıraktığı geleneksel
fikrî akımlarının ve teorilerinin mahsulüdür; bilakis, Kur'an'il
Kerim'in indirilmesi ile doğmuştur. O halde İslâm Hadaratı; hayat
hakkında İslami mefhumların tümüdür.
Nitekim
o hadaratın kendisinden çıktığı akide ise, Lailahe İllAllah Muhammedur
Rasulullah akidesidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Kur'an'il
ألَمَْ ترََ Kerim'de İslâm Akidesini şöyle tasvir etmiştir: كَيْفَ ضَرَبَ اللُّ مَثلَاً كَلِّمَةً طَ يِّبَةً كَشَجَرةٍ طَ يِّبَةٍ أصَْلهَُا ثاَبتٌِّ وَفرَْعُهَا فيِّ
السَّمَاء تؤُْتيِّ أكُُلَهَا كُلَّ حِّينٍ بإِّذِّْنِّ رَ بِّهَا وَيضَْرِّبُ اللُّ الأمَْثاَلَ لِّلناَّسِّ لَعَلهَُّمْ يتَذََكَّرُونَ
"Görmedin mi Allah nasıl da temsil yaptı? Hoş bir kelimeyi (tevhidi)
hoş bir ağaca benzetti ki, kökü yerde sabit, dalları gökyüzündedir. O
ağaç Rabbinin izni ile her dem yemişini verir. Allah insanlara iyi
kavramaları ve anlamaları için böyle misaller verir." (İbrahim, 2425)
Akideler (gerek beşeri ve gerekse ilahi); mutlak surette bir metod ile birleşmeleri neticesinde,
ancak hayat sahnesine çıkma imkanına sahip
olurlar. Bu ise, akideyi -fikrî- bir metod ile bütünleştiren ideoloji ile mümkündür.
İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir.
Bu Akide ise İnsan, Hayat ve Kâinat hakkında,
Dünya
hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile
sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut
olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata
uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır.
İdeolojinin sözlük anlamı ise, "fikir bilimi"dir.
Sadece bu sözlük anlamı üzerinde tefekkür etsek bile, İslam'ın bir ideoloji olduğunun anlaşılması bizim için yeterli olacaktır.
İslâm,
selef alimlerinin ve müçtehid imamların deyimiyle "fikir ve metodtan
ibarettir". Ayrıca İslâm; herhangi bir vakıa hakkında ki belli
fikirlerden ve o fikirleri belli bir kalıba sokan, onları derleyip
toparlayarak standardize eden ve insanlar için bir çözüm olarak öne
sürmek için belirlenen bir metodtan ibarettir.
Yine
İslâm; ferdin ve halkların sorunlarını muayyen çözümlerle halleden,
hayat, toplum ve devlet sahalarına ilişkin problemleri kendine özgü
hükümlerle çözüme kavuşturan, kendisinden çıkan fikirler, düşünceler ve
mefhumlarla insan, hayat ve kâinata karşı sahih bakış açısını ortaya
koyan temel bir fikre -akideye- ve o temel fikrin tatbikatını
gerçekleştiren bir metoda -sünnete- sahiptir. İşte görüldüğü üzere İslâm, aslında insanın dünya hayatında ki yaşam şeklini gösteren bir fikir bilimidir ve muayyen bir metoda sahiptir.
Örneğin;
toplumun ifsadına sebebiyet veren münkerlerden bir münker olan zina
hakkında İslâm Akidesi'ni bizlere bir nur ve hidayet olarak gönderen
Allah Azze ve Celle, Kur'an'il Kerim'de
şöyle bir hüküm beyan etmiştir: وَلاَ تقَْرَبوُاْ ال زِّنىَ إنَِّّه ُ
كَانَ فاَحِّشَةً وَسَاء سَبِّي لاً
"Zinaya yaklaşmayın. Şüphesiz ki zina kötü bir şeydir ve kötü yoldur."
(İsra, 32). Bu Âyet-i Kerime aynı zamanda, İslâm Şeriatı'nın zina
hakkında ortaya koyduğu değişmez bir fikirdir. Yine aynı şekilde, zina
eden kimseye uygulanacak
cezayı da Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle الزَّانِّيَةُ وَالزَّانيِّ فاَجْلِّدُوا كُلَّ وَاحِّدٍ مِّنْهُمَا مِّئ ةََbuyurmuştur: جَلْدَةٍ وَلاَ تأَخُْذْكُم بهِِّّمَا رَأفَْةٌ فيِّ دِّينِّ اللَِّّّ إِّن كُنتمُْ تؤُْمِّنوُنَ بِّاللََِّّّ وَالْيوَْمِّ
Zina eden kadın " الْْخِّرِّ وَلْيَشْهَدْ عَذَابهَُمَا طَائفَِّةٌ مِّنَ الْمُؤْمِّنِّينَ
ve
zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret
gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama)
konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’min’lerden bir topluluk da
onların cezalandırılmasına şahit olsun." (Nur:2).
Bu Âyet- Kerime ise, İslâm Şeriatı'nın zina edenler hakkında uygulanacak olan değişmez metodudur.
Nitekim hiçbir Şer'i hüküm yoktur ki, herhangi bir sorunun hal çaresini
ele alsın, ona uygulanacak Şer'i hükmü ona bağlı olarak tam tamına
uygun şekilde beyan etsinde bu hükmün infaz ve icra keyfiyetini, hayatın
gerçeklerine mutabık olarak ortaya koymuş olmasın.
Kaldı
ki İslâmî fikirler tenfiz metodundan yoksun olsalardı, “Eflatun'un
Hayali Cumhuriyeti” gibi kitapların sayfaları arasında kalan tarihî
fikirler gibi bir fikir olarak kalacaktı.
Binaenaleyh;
İslâm, belli bir fikirden -akideden- ve o fikrin cinsinden olan
metodtan -sünetten- biraraya gelen bir ideolojidir.
Beşeri ideolojiler ise, tıpkı maddenin vakıasını ve maddenin asli unsurlarının insanın gündelik işlerini kolaylaştırıcı yönünü inceleyen beşeri bilimler gibi deneme-yanılma yöntemiyle tecrübe edilerek değişime ve dönüşüme uğra(til)maları sözkonusudur. Aslında burada yapılan hata, insanın maddeye kıyas edilmesidir.
Oysa
ki insan, bazen farklı şartlar altında farklı olaylara aynı reaksiyonu
gösterebiliyor iken, bazen de aynı şartlar altında cereyan eden aynı
olaylara farklı bir reaksiyon gösterebilir. Bu da, onun çelişkili,
ihtilaflı ve değişken bir yapıda olduğunu gösterir. Dolayısıyla insanın
mutlu, huzurlu ve müreffeh bir hayat yaşaması için ancak onu yaratan
Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan gelen ideolojiye göre kendisini ve nizamını
şekillendirmesi gerekir.
Çünkü
İslâm ideolojisi, yerin karanlıklarında ki bir tek yaş ve kuru müstesna
olmamak üzere her şeyi bilen Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan gelmiştir.
Nitekim burada yaptığımız değerlendirmede; beşeri bilimlerin, beşeri
hadaratlar ve ideolojilerle karıştırılmaması gerektiği anlaşılmalıdır. İslâm’ın
bu noktada ortaya koyduğu tek ayrım; beşeri bilimlerin alınmasının
mübahlılığı -hatta gerekliliği-, beşeri hadaratların ve ideolojilerin
alınmasının ise haramlılığıdır.
Her akide bir ideoloji değildir.
Hristiyanlık akidesi gibi dünya hayatının alakaları hakkında çözümler içermeyen temel fikirler, hiçbir şekilde ideoloji kapsamına girmezler. Aynı şekilde; faşist/totaliter Nazizm, Kemalizm vb. gibi rejimler de, dar ve kısıtlı oldukları için bir ideoloji değillerdir.
Nitekim
fikrî bir kaidenin/Akidenin ideoloji olabilmesi için, “Dünya hayatının
öncesi ile Dünya hayatının sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında
bütüncül bir fikir” beyan etmesi gerekir. Yakın
tarihte tatbik edilen sosyalizm ve halen daha tatbik edilmekte olan
kapitalizm ise, beşerin kemiyet ve keyfiyet açısından sınırlı olan
aklından çıkan birer ideolojidir. Merkantilist(1) dönemle başlayan,
sanayi devrimi ve sonrası ile sürat kazanan kapitalizm ideolojisi,
fabrikaların ve şirketlerin küçük bir azınlık burjuvanın eline geçmesine
ve coğunluğu teşkil eden işçi, memur ve emekçi kesimin sermayedarların
sömürüsüne maruz kalmasına sebebiyet vermiştir.
Bu
gelişen durumlar, bazı mütefekkirler tarafından yerel sermayenin eşit
şekilde paylaşımını öngören sosyalizm ideolojisinin teorilerinin ortaya
çıktığı zeminini hazırladığı görülmektedir.
Nizam
ve düzen, üretim vasıtalarından alınır ki, onlar da maddenin
tekâmülünden elde edilirler. Amellerin ölçüsü ise evrimdir; tez, antitez
ve sentez şeklinde çatışmayı ifade eder. Kapitalizm ideolojisi de,
dini hayattan ayırma (laiklik) akidesine dayanır. Mutluluğun ve huzurun
kaynağının, mutlak surette dünyadan zevk ve haz almakta olduğunu
öngörür. Toplumun fertlerden meydana geldiğini ve dolayısıyla ferdin
işleri düzenlendiğinde toplumun işlerinin de kendiliğinden
düzenleneceğini sanır. Nizamı vakıadan alır. Onun amellerinin ölçüsü ise
menfaat, fayda ve zarardır.
Celle'nin
tek yaratıcı olduğunu, insanoğlu için vazettiği nizamını ve kendisiyle
beraber o nizamı getiren Nebi'nin Nübüvvetini aklî bir şekilde ispatlar.
Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın gönderdiği nizama uyup uymama konusunda
Ahiret hayatında bir hesabın olduğunu, yine aslı aklî ispata dayanan
delillerle ortaya koyar. O nizamın kaynağı olarak da, Kur'an'ı Kerim'den
ve Rasulu'nun (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Sünnetinden istinbat edilen
hükümler olarak belirtir. Ayrıca, amellerin ölçüsü de helal ve haramdır.
Toplumun üzerine dayandığı esası ise; Akide, taşınılan fikirler,
duygular ve nizamlar olarak belirtir.
Aydın
bir bakış açısıyla hayatı gözden geçiren, günümüz dünyasının
sorunlarını idrak eden bir kimse, yegâne kalkınmanın ruhî esasa dayalı
olan İslâm ideolojisinin yeniden hayata tatbik edilmesi ile
gerçekleştirileceğini fark eder.
Çünkü
İslâm; insanın kendisiyle, eşyayla ve diğer insanlarla alâkalı olan
işlerini yoluna koyarak dünya hayatına ilişkin sorunlarını çözerken,
insanın yaratıcısıyla olan alâkalarını da düzenleyerek ahiret hayatına
ilişkin işlerini yoluna koyar. Doğru ideolojinin İslâm olduğunu
açıkladıktan sonra, İslâm İdeolojisinin esasî unsurlarına değinmekte de
fayda görüyoruz. Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e vahiy ile gelen İslâm İdeolojisi'nin
hayat sahnesine çıkışı, yükselişi ve hayata hakim oluşu da yine Allah
Subhanehu ve Teâlâ'dan gelen vahiy eksenli metod ile gerçekleştiğini
görüyoruz.
Ey " ياَ أيَُّهَا الْمُدَّث رِّ قمُْ فأَنَذِّرُ Allah Azze ve Celle'nin;
örtüye
bürünen! Kalk ve uyar.” (el-Müdessir: 1-2) Ayet'i Kerimesi ile başlayan
ve mevcut statükonun/rejimin değiştirilmesi amacını güden ideolojik
hareket, Mekke şehir devletinin yöneticileri tarafından tepkiyle
karşılanmıştı. İfsad
olmuş mekke toplumunu ıslah etmek amacıyla Emri Bi'l M'aruf Nehyi Ani'l
Münker vazifesini Nübüvvet kimliğiyle yerine getiren Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, toplumun bozuk hayat telakkilerine, yanlış
fikirlerine ve davranış biçimlerine, fasid örf-adet, gelenek ve
göreneklerine çatıyordu. Bu çalışmayı da, kendi ideolojisini hayata
hakim kılmak için ortaya koyduğu Nebevi Metodun temel unsurlarından olan
"Fikri Carpışma" ile gerçekleştiriyordu. Bunu yaparken, hiç bir kınayıcının kınamasından korkmadan ve rejimin baskıcı politikalarına aldırış etmeden hareket ediyordu.
O
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bunu kendisine inen Ayetleri (el-Enbiya:
67, 98 ve er-Rum: 39 gibi) onların üzerine giderek okuyup, açık bir
dille onların kural ve kaidelerinin, ilke ve kriterlerinin, nizamlarının
ve topyekün hayat görüşlerinin yanlış olduğunu haykırıyordu.
Aynı zamanda, yöneticilerin halkın maslahatalarını gütme noktasında gösterdikleri zaafiyetleri, onların ortaya koydukları ekonomik sistemde mevcut olan yanlışlıklardan nemalanarak halkın malını gaspettiklerini, ve Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemeleri neticesinde ortaya çıkan haksızlık ve hukuksuzlukları da aleni bir şekilde halka anlatıyor ve o yöneticilerin gerçek yüzlerini inen Ayetlerle ifşa ediyordu.
Örneğin; İslâmî İdeolojik Davetin önünde engel teşkil eden, fikri propaganda ve medyatik çatışmayı üstlenmiş olan amcası Ebu Leheb ve Velid B. Muğira gibi Mekke Şehir Devletinin yöneticileri ve önderleri hakkında ve bütün zaman dilimlerinde İslâm İdeolojsine karşı çıkacak şahıslar hakkında inen Ayetleri (Tebbet:1-3, elMüdessir: 16-26 gibi) okuyordu.
Bunu da, Nebevî Metodun temel unsurlarından bir diğeri olan "Siyasî Mücadele" ile gerçekleştiriyordu.
Ayrıca O Sallallahu Aleyhi Vesellem ve Sahabe Kitlesi, gerek dahili ve gerekse de harici siyasetle uğraşmaktaydılar. İç siyasetle uğraştıkları, Hz. Ömer'in "Biz üçyüz kişiye ulaşırsak sizi Mekke'den çıkartırız" sözünden anlaşılmaktadır. Nitekim bu söz; siyasi bir söz olmakla beraber, aynı zamanda da siyaseti (otoriteyi) Kurayş'in elinden söküp almayı ifade eden bir sözdür.
Ayrıca onlar henüz bir devlete sahip olmadıkları halde devletlerarası siyasetle de uğraşmışlardı
Nitekim; Ebubekir (r.a.)'inde içinde bulunduğu bir sahabe grubunun yanına gelerek, Sasani İmparatorluğu'nun Bizans Impratorluğunu yendiğini, bizanslıların kitap (incil) sahibi olmalarının kendilerine bir fayda getirmediğini ve dolaysıyla da müslümanların sahip oldukları kitabın kendilerine bir fayda veremeyeceğini ileri süren müşrik heyetine cevaben Rum Suresi 1 ila 4. Ayetler inmişti. Müslümanlar bir İslâm Devleti'ni kurduktan sonra da devletlerarası siyasetle uğraşmışlardı.
Nitekim Hendek Gazvesinde kazılan hendek içerisinde, parçalanmayan bir kayaya rastlanılmasının akabinde Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kazma ile bu kayaya vurması neticesinde meydana çıkan kıvılcımların, Müslüman’ların daha sonra fethedecekleri bölgelerin yönüne doğru sıçraması ve bunu
Peygamber Aleyhi Salatu Vesselam'ın bildirmesi,
Müslüman’ların en zor zamanlarında bile devletlerarası siyasetle uğraştıklarını gösterir.
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Sahabe kitlesi ile birlikte ortaya
koyduğu bu Nebevî metodu inceleyen görür ki, bu ideolojik harekat tarzı
iki ana sütun üzerinde gerçekleşiyordu: Fikri çarpışma ve Siyasi
mücadele... Müşriklerin, Rasul'un amcası Ebu Talip aracılığı ile
sundukları teklife karşılık olarak Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in cevaben; "Andolsun ki, güneşi sağ elime ayı sol elime
verselerde ben bu davamdan vazgeçmem.Ya bu din hayata hakim olur ya da
ben bu uğurda helak olurum." buyurmuştu. O Kutlu Nebi'nin verdiği bu cevap üzerinde biraz tefekkür eden bir kimse, bu tevhid akidesinin ideolojik olduğunu görür. Çünkü, ideolojiler ancak hayata hakim kılınmak için vardır...
Nitekim,
o günkü Mekke şehir devletinde yaşayan Hanif dinine mensup olanlarda da
bir tevhid inancı vardı. Fakat onlar -bugünkü müslümanlar gibi-, hiçbir
şekilde statükonun köklü bir değişim ile değiştirilmesi amacını
gütmüyorlardı.
Rasulullah
Aleyhi Salatu Vesselam, bu ideolojik çalışmasını kitleleştirdiği ve
aralarına ideolojik bir bağ yerleştirdiği sahabeleri (Rıdvanullahi
Aleyhim) ile birlikte yapıyordu. Nitekim İslâm İdeolojisi'nin temel yapı taşı kitleleşmedir. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: وَلْتكَُن مِّنكُمْ أمَُّةٌ يَدْعُونَ إِّلىَ الْخَيْرِّ
وَي أَمُْرُونَ باِّلْمَعْرُوفِّ وَينَْهَوْنَ عَنِّ الْمُنكَرِّ وَأوُْلَئِّكَ همُُ
الْمُفْلِّحُونَ "İçinizde hayra (İslâm’a) davet eden,
marufu emreden ve münkeri nehyeden bir hizb
Görüldüğü üzere İslâm; bir ideoloji olmakla birlikte, aynı zamanda da kendi ideolojisinin bir kitle eliyle fikrî ve siyasî mücadele verilmek suretiyle hayata hakim kılınmasını öngörür.Mesele
İslâm olduğu zaman, ideolojik boyutta onun tatbikatı için gerekli olan
argümanlar; Vazıh Fikir, Sahih Metod ve İnsan'dır. Nitekim, Allah
Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: فَقاَتِّلْ فيِّ سَبِّيلِّ اللِّّ لاَ تكَُلفَُّ إلِّاَّ نفَْسَكَ وَحَ رِّضِّ الْمُؤْمِّنِّينَ عَسَى اللُّ أنَ يَكُفَّ بأَسَْ الَّذِّينَ كَفرَُواْ وَ اللُّ أشََدُّ بأَسًْا وَأشََدُّ تنَكِّيلاً "Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden başkasıyla mükellef değilsin." (en-Nisa:
84). İmam Kurtubi, bu Ayet hakkında Ahkam-ül Kur'an adlı tefsir kitabında şöyle demektedir: "Bunun manası şudur: Düşmanın size galip gelmesine ve mustazaf Mü’min’ler üzerine muzaffer olmasına izin vermeyin! Velev ki tek başınıza olsanız bile... Zira Allah zaferi vaad etti." Nitekim, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de şöyle buyurmuştu: "Her biriniz İslâm'ın suğralarından (mevzilerinden) bir suğra üzerindesiniz. Sakın suğranızı (mevzinizi) terk etmeyin, yoksa düşman sizin tarafınızdan gelebilir." Demek oluyor ki; İslâm İdeolojisinin sahibi olan Allah Subhnehu ve Teâlâ'nın varlığına, O'nun Nebisi'nin Nübüvvetine ve o Nebi'nin getirdiği kitap olan Kur'an'a tahkiki bir şekilde iman eden bir şahıs tek başına kalsa bile, ilahi vahyin bir ürünü olan İslâm İdeolojisi dışında mevcut olan, yeryüzü kaynaklı beşeri ideolojilere karşı bir ölümkalım mücadelesi vermeli, insanlığın zulme maruz kalmaması için, hakkın batıla üstün gelmesi için ve Allah Subhanehu'nun Uluhiyyeti'nin hayata hakim kılınması için İdeolojik Nebevî hareket metoduna göre hareket etmesi ve o metodun olmazsa olmazı olan ideolojik kitleleşmeyi gerçekleştirmesi gerekir.
Zaten
var olan temel argümanlardan vazıh fikir ve sahih metod, insanın sahih
aklî düşünme metodunun hareketi neticesinde elde edilir... İslâmî İdeolojik Hizbin teşkilinden sonra, ideolojinin metoduna göre hareket edilmelidir. Nitekim o metod ise; ideolojiyi tatbik etmek, korumak ve yaymaktır. İslâmî İdeolojinin tatbik metodu Hilâfet Devleti'dir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ideolojik hareket metodu incelendiğinde görülecektir ki; O, bir devlet kurmak hedefini amaçlamış ve çalışmasını bununla sınırlandırmıştı. Nitekim, Yesrib'te (Medine) ki, Evs ve Hazreç kabilelerinin önderleri kendisine biat edince de, bu hedefini gerçekleştirmişti.
Nitekim O'nun Siretini analiz eden bir kimse,
Taleb-un Nusra bölümünü görecektir. Örneğin; İbni Hişam'ın Sireti'nde, 15 kabile ve aşiret reisleriyle görüşüp devlet kurmak için onlardan nusret talep ettiği malumdur. Hatta o kabilelerden olan Amir Bin
Sasa Oğulları'nın 'Ya Muhammed! sen öldükten sonra emir bizim olurmu?" taleplerine karşın "Emir Allah'ındır, onu dilediğine verir." şeklindeki cevabı, İslâm İdeolojisinin hiçbir şekilde anlaşmalara ve karşılıklı menfî ilişkilere göre tatbik edilemeyeceğini gösteren en bariz örneklerdendir. İdeolojinin metodundan olan "Korumak" vasfı ise,
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İslâm Devleti'ni kurmasının 6. yılında
gerçekleştirdiği ve aynı zamanda da siyasî bir manevra niteliğinde olan
Hudeybiye Antlaşması'nın gerçekleşmesi için yola çıkıldığında varılan
Afsan denilen yerde söylediği şu sözde gizlidir; "...Allah'a and olsun
ki, Allah İslâmiyeti muzaffer kılıncaya veya şu baş bu vücuttan
ayrılıncaya kadar gönderildiğim uğrunda cihad edeceğim." Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslâm İdeolojisini tatbik etmek amacıyla
Mekke'de başlattığı çalışmasını bir İslâm Devleti'ni kurmakla
sınırlandırdığını yani ideolojisini hayata "Tatbik" etmek için ta ilk başta bir devlet kurmak niyetinde olduğunu belirtmişti. Bunu da
Amcası Ebu Talib'e verdiği cevaptan anlıyoruz.
Zira O Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştu: "Ya Allah, onu (İslâm'ı) hakim kılıncaya ya da ben bu uğurda ölünceye kadar bu davayı bırakmam." Allah Celle Celaluhu ve Rasulü
Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslâm ideolojisinin metodunun bir diğer özelliği olan "Yaymak" özelliğinin “Davet ve Cihad” mevzularından ibaret olduğunu beyan etmişlerdir. Allah ve Rasulü, “Davet” mevzusuyla ilgili bizlere şöyle buyurmaktadırlar: وَمَنْ أحَْسَنُ قَوْلاً مِّمَّن دَعَا إِّلىَ اللَِّّّ
Salih amelde “ وَعَمِّلَ صَالِّحًا وَقاَلَ إِّننَّيِّ مِّنَ الْمُسْلِّمِّينَ
bulunarak Allah’a davet eden ve ben müslümanım diyenden kim daha güzel sözlü olabilir?” (Fussilet,
فَلِّذَلِّكَ فَادْعُ وَاسْتقَِّمْ كَمَا أمُِّرْتَ وَلاَ تتَبَِّّعْ أهَْوَاءهمُْ وَقلُْ آمَنتُ ,33(
بِّمَا أنَزَلَ اللَُّّ مِّن كِّتاَبٍ وَأمُِّرْتُ لِّأعَْدِّلَ
بيَْنكَُمُ اللَُّّ رَبُّناَ وَرَبُّكُمْ لنَاَ أعَْمَالنُاَ وَلَكُمْ
أعَْمَالكُُمْ لاَ حُجَّةَ بَيْنَناَ وَب يَْنكَُمُ اللَُّّ يجَْمَعُ
بَيْننَاَ وَإِّليَْهِّ
الْمَصِّيرُ
“İşte bunun için (Allah'a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”
(Şura, 15), Nitekim bu hususta da Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem,
Veda Haccında şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Size tebliğ ettim mi?
Allah’ım şahit ol.” Ve yine; Allah Subhanehu ve Teâlâ, “Cihad”
mevzusuyla ilgili de bizlere şöyle buyurmaktadır: انْفِّرُواْ خِّفاَفاً وَثقِّاَلاً وَجَاهِّدُواْ بأِّمَْوَالِّكُمْ وَأنَفسُِّكُمْ فيِّ سَبِّيلِّ اللِّّ ذَلِّكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ
إنِّ كُنتمُْ تعَْلَمُونَ “Ey müminler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz,Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz.Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur.” (Tevbe, 41) وَقاَتِّلوُهمُْ حَتىَّ لاَ تكَُونَ فِّتنَْةٌ وَيكَُونَ ال دِّينُ
Yeryüzünde fitne “ كُلُّهُ لِّلَّ فإَنِِّّ انتهََوْاْ فإَنَِّّ اللَّ بِّمَا يَعْمَلوُنَ بَصِّيرٌ
kalmayıncaya kadar ve din (şeriat/otorite) tamamen Allah’ın oluncaya kadar kâfirlerle savaşın.” (Enfâl, 39) Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ise, Cihad mevzusunda şöyle buyurmuştur: "Cihad; Allah beni gönderdiği günden, Ümmetimin sonuncusu deccal ile savaşasıya kadar geçerlidir." Ve yine şöyle buyurmuştur: “Bana, “la ilâhe illallah” deyinceye kadar, insanlarla savaşmam emredildi. Eğer insanlar “la ilâhe illallah” derlerse, benden kanlarını (canlarını) ve mallarını korumuş olurlar.” Bunlar gibi daha birçok mevcut Âyet ve
Hadislerden de anlaşılacağı üzere İslâm İdeolojisinin yayılması ise ancak, Davet ve Cihad yolu ile mümkündür.
İşte tüm bu açıklamalardan sonra ortaya çıkan sonuç ise; İslâm İdeolojisinin Metodu, ölüm-kalım seviyesinde bir mücadele ile yerine getirilmelidir.
İslâm İdeolojisi bir bütün halinde tatbik edilmelidir. Çünkü, Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: …الْيَوْمَ اكَْمَلْتُ لكَُمْ دِّينكَُمْ وَاتَمَْمْتُ عَليَْكُمْ نعِّْمَتىِّ
Bugün dininizi kemale '' …وَرَضِّيتُ لكَُمُ اْلاِّسْلامََ دِّيناً
ثمَُّ أنَتمُْ هَؤُلاءSubhanehu ve Teala şöyle buyuruyor:
تقَْتلُوُنَ أنَف ُسَكُمْ وَتخُْرِّجُونَ فرَِّيقاً مِّنكُم مِّن
دِّياَرِّهِّمْ تظََاهَرُونَ عَلَيْهِّم باِّلإِّثمِّْ وَالْعدُْوَانِّ
وَإنِّ يأَتوُكُمْ أسَُارَى تفُاَدُوهمُْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ
إخِّْرَاجُهُمْ أفََتؤُْمِّنوُنَ ببَِّعْضِّ الْكِّتاَبِّ وَتكَْفرُُونَ
ببَِّعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يفَْعَلُ ذَلِّ كَ مِّنكُمْ إِّلاَّ خِّزْيٌ
فيِّ الْحَياَةِّ الدُّنْياَ وَيوَْمَ الْقِّياَمَةِّ يرَُدُّونَ إِّلىَ
أشََ دِّ الْعَذَابِّ
Yoksa siz kitabın bir " وَمَا اللُّ بِّغاَفِّلٍ عَمَّا تعَْمَلوُنَ
kısmına
inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Böyle yapanların cezası
dünyada rezil olmak, ahirette ise büyük bir azapla cezalandırılmaktır."
(el-Bakara: 85).
Kitaba inanmak ise bir iddiadır. İslâm Fıkıhında şöyle bir Şer'i kaide mevcuttur: "İddia edene delil getirmek, yalan söyleyene de yemin etmek düşer." Yani Kur'an'ın tamamına inanmak ileri sürülüyorsa, o halde Kur'an'ın tamamını hayata hakim kılacak hükümlerini uygulayacak- bir İslâmî Hilafet
Devleti'nin teşkil edilmesi için gerekli bir çalışma ortaya konulmalı ya da bu iş için ortaya konulmuş ideolojik hizbi bir çalışmaya iştirak
edilmelidir. Adeta şu Şer'i kaide de bunu göstermekte: "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli işler de farzdır." Yani Namaz kılmak için Abdest almanın farz olması gibi, Kur'an ve
Sünnet'in tamamının tatbik edilmesi için İslâmî
Hilafet Devleti'nin kurulması da farzdır... لِّمِّثْلِّ هَذَا
Onların dualarının sonu " دَعْوَاهُمْ أنَِّ الْحَمْدُ لِّلَِّّ رَ بِّ الْعاَلَمِّينَ
da Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamddir." (Yunus,
10)
Alemlerin
Rabbi olan Allah'a hamd, Efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve
Sellem'e, Âline,Ashabına ve kıyamete kadar O'nun metodu üzerinde
olanlara Salât ve Selam olsun.
Notlar:
1- Merkantilizm: 16 ve 17. Asırlarda yaygınlaşan ve bir devletin
zenginliğini sahip olduğu kıymetli madenlerle ölçen iktisadî görüş
(Büyük Türkçe Sözlük). [Hacı KAYA]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder